Ekonomist Akçomak: “Gidiyorlarsa gitsinler.
Haber: NİSANUR YILDIRIM – Kamera: ÜNAL AYDIN
Ekonomist Semih Akçomak, “Yüzyılın Ekonomisi” panelinde; “Algı sorunu var ve bu algı sorunu hala devam ediyor. ‘Gidiyorlarsa bırakın gitsinler.’ “Bunlar doktorlar ve mühendisler hakkında söylenen sözler. Eğer inansaydık ‘Bilim ve teknoloji politikası gerçekten önemli. Teknoloji üreterek kalkınacağız’ diyemezdik’ dedi. Ekonomist Prof. Dr. Hüseyin Özel ise, “1980 darbesinin temel nedeni Türkiye’yi bir ölçüde uluslararası küresel kapitalizme yeniden entegre etmekti. Anayasa değişiklikleriyle neoliberal otoriter devletin oluşumunun tamamlandığı bir aşamadan bahsetmek mümkün.”
“Yüzyılın Ekonomisi” paneli dün Doğan Taşdelen Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde gerçekleştirildi. Ekonomist Prof. Dr. Ömer Faruk Çolak’ın editörlüğünü yaptığı ‘Yüzyılın Ekonomisi’ kitabının tanıtıldığı panelde, kitaba katkıda bulunan akademisyenler yer aldı. Moderatörlüğünü Prof. Dr. Ömer Faruk Çolak’ın yaptığı panelde, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden ekonomist akademisyenler Ergun Türkcan, TED Üniversitesi’nden Ayça Tekin Koru, ODTÜ’den Semih Akçomak ve Hacettepe Üniversitesi’nden Hüseyin Özel, dergideki makalelerini içeren sunumlarını gerçekleştirdi. kitap.
Ergun Türkcan şunları söyledi:
“PLAN KONSEPT MAKRO DÜZEYDE TÜM EKONOMİNİN HAREKETİNİ GÖRECEKTİR. YANİ MALLARIN HAREKETİNİ GÖRECEK BİR ARAÇ BULMAK GEREKİR”
“Plan kavramı makro düzeyde tüm ekonominin hareketini görecek. Yani malların hareketini görecek bir araç bulmak gerekiyor. İcadın anası zorunluluktur. Bu planlama yoktur. Marksist teoride veya diğer teorilerde. Bu planlama anlayışı 1923-1924’ten sonra yavaşladı.” Yavaş yavaş kurumsallaşmaya başlıyor. Ancak planlama bir anlamda Sovyetler Birliği’nde anladığımız anlamda bir plan değildir. Çünkü niceliksel hedefler veriliyor: ‘Bu kadar üreteceksin.’ Ancak o planlamanın girdi ve çıktı analizleri az çok onların elinde olduğundan. Şuna buna şu emri verdiğimde, ‘Şu kadar ayak üreteceksin’ deyince karşı taraf ‘Şu kadar deri üretecek’ diyor. Şu kadar iplik ve çivi üretecek.’ Bunları onlara veriyorum. Büyük projeler var ama Sovyetlerde bu yok. Modern planlarda büyüme hedefi koyuyoruz. Bu hedefi belirledik. Bu hedefe bağlı olarak bir de sermaye çıktısı katsayısı tespiti bulunmaktadır. Orada planlama gelişiyor. Tarımı tamamen çözemeseler bile gerçekten güzel bir sanayileşme hamlesi… Şunu unutmayalım. Sovyetler buna sıfırdan başlamıyor. Çünkü Büyük Petro’dan bu yana büyük bir eğitim faaliyeti yaşandı. “Üniversiteler var, büyük bir bürokrasi var, entelektüel bir şey var.”
Semih Akçomak şunları söyledi:
“‘Eğer giderlerse, bırakın gitsinler.’ HEKİMLER VE MÜHENDİSLER HAKKINDA SÖYLENENLER. ‘BİLİM VE TEKNOLOJİ POLİTİKASI ÖNEMLİDİR. TEKNOLOJİ ÜRETEREK GELİŞECEĞİZ’ İNANMIŞ olsaydık BUNU SÖYLEMEZDİK”
“Sosyal bilimler bilim midir? Sosyal bilimler Ar-Ge yapar mı? Şimdi bu Sanayi Bakanlığı’nda bir yöneticinin müdahalesiyle olan bir şeydir. Size bir örnek vereyim. Diyelim ki bir teknokenttesiniz ve Bir şirket, biliyorsunuz bazı muafiyetler var, “Mühendisseniz ve mühendis çalıştırıyorsanız o muafiyetlerden yararlanırsınız. Sosyal bilimci çalıştırırsanız bu muafiyetlerden yararlanamazsınız. Sanayi Bakanlığına göre sosyal bilimler Ar-Ge yapamaz. OECD’nin Frascati rehberi var. Biz bunu benimsedik, Türkçeye çevirdik, kullanıyoruz.” Orada çok net yazıyor. Sosyal bilimler Ar-Ge kapsamına giriyor. Ama bakanlığa göre değil. Aynı şekilde TÜBA’ya el konulması. Bir algı sorunu var ve bu algı var. sorun hala devam ediyor, son dönemde yaşadıklarımızı bir düşünelim, ‘Gidiyorlarsa bırakın gitsinler.’ Doktorlar ve mühendisler için söylenen sözler. ‘Bilim ve teknoloji politikası gerçekten önemli. Teknoloji üreterek kalkınacağız’ diye inansaydık bunu söylemezdik. Son söz sorudur. Türkiye’yi kalkınmadan kalkındıracak politikalar tasarlayabilir miyiz? Bilimin ve teknolojinin önemini anlamak mı? Anlayıştan kopuk bir politika tasarımı olabilir mi?” Belki. Şu anda bunu yapıyoruz. Ancak bu sürdürülemez bir ekonomik büyümedir. Ekonomik gelişme yok. Biz gelişmiyoruz. Ekonomimiz büyüyor. Bazen çok büyüyor, bazen az büyüyor. Ama her zaman bir ortalamamız var. Uzun zamandır ortalama yüzde 4’lük bir büyüme yakaladık.” 0,5 civarında. Ne yaparsak yapalım biraz büyüyoruz, çok büyüyoruz, orada kalıyoruz.”
Ayça Tekin Koru şunları söyledi:
“YABANCI SERMAYE İHRACINDA BU TÜR Çelişkili Hareketlere Devam Edersek, KIRIK BİR REKORU DİNLEMEYE DEVAM EDECEĞİZ”
“2003 yılında Yabancı Sermaye Kanunumuzu değiştiriyoruz. Son derece liberal bir kanun haline geliyor. Yabancı şirketlere Türk şirketi muamelesi yapıyoruz. Bir Türk şirketi nasıl şirket olarak kurulabiliyorsa yabancı şirket de aynı şekilde kurulabilir. Sonra özelleştirmeler başlıyor 2014-2015 bozulan kurumsallaşma, siyasi istikrarsızlık… Siyasi istikrar iktidarın devamı değil, kanun değişiklikleri yerleşik kurallara ve algılara göre yapılıyor… Bunları zaten unuttuk bu süreçte. .Çuvallara atılmış bir sürü yasa ve kuralla yaşıyoruz, ne değişecek, ne zaman değişecek, hakkında çok fazla bilgi sahibi olmadığımız, öngöremediğimiz bir dönem. Yabancı sermaye gerçekten sevmiyor. Diğer ülkelerle kıyaslandığında neredeyiz? ?Yabancı sermaye yatırımlarının yarısı gelişmekte olan ülkelere, yarısı da gelişmiş ülkelere gidiyor.Eğer Türkiye toplumsal mutabakat eseri olarak yabancı sermayenin ülkeye gelip faydalı işler yaratmasını istiyorsa, bunu yapmak istiyorsa tasarım yapması gerekiyor. ve bunu sağlayacak sistemi mükemmel bir şekilde hayata geçirmek. “Bu tür çelişkili eylemlere devam edersek yabancı sermaye konusunda aynı bozuk sicili dinlemeye devam edeceğiz.”
Hüseyin Özel şunları kaydetti:
“1980 DARBESİNİN ANA NEDENİ TÜRKİYE’NİN YENİDEN KÜRESEL KAPİTALİZME BİR ÖLÇÜDE DAHİL OLMASINI SAĞLAMAK OLDU”
“Savaş sonrası daha liberal olsa da dış açıkların artması açısından ekonomik performansın pek iyi olmadığını söylemek mümkün. 1960’tan bu yana planlı bir kalkınma modeli var. Temel amaç her zaman yerli bir ekonomi yaratmak oldu. sanayi burjuvazisinin sanayinin temelini oluşturması. 1980 darbesinin temel nedeni Türkiye’yi büyük ölçüde küresel kapitalizme entegre etmekti. Bu, neoliberalizme geçişin yollarından biridir. Neoliberalizmin yükselişi.Her türlü toplumsal muhalefetin baskı yoluyla bastırılması, ortadan kaldırılması ve hatta şiddet yoluyla.Küresel sistemler sistemsizlik diyebileceğimiz bir şeydir.Anayasa değişiklikleri yoluyla neoliberal otoriter devletin oluşmasından söz etmek mümkündür. tamamlandığı bir aşama hakkında.. Sonuç olarak, dünya kapitalizmine baktığınızda sarkaç metaforunu kullanmak muhtemelen yanlış olmayacaktır. İlk başta liberal bir rejimden daha müdahaleci, muhafazakar bir rejime doğru gerçek bir geçiş var. faz. Daha sonra neoliberalizm sarkacın yeniden liberalizm tarafına dönmesini sağlar. Türkiye’de yaşanan salınımlar bu küresel salınımlardan bağımsız değil. İçeride bize özgü şeyler de var.”
Yüzyılın Ekonomisi kitabının editörü Ömer Faruk Çolak şunları söyledi:
“SON 100 YILIN ANLAŞILMASI AÇISINDAN GELECEK NESİLLERE UYGUN BİR İŞ BIRAKTIĞIMIZI DÜŞÜNÜYORUM”
“Cumhuriyet’in 100. yılı önemli bir yıl dönümüydü. Maalesef Türkiye’de bu 100 yılın yeterince anlatılmadığını düşünüyorum. Böyle olacağını az çok tahmin ediyorduk. O yüzden böyle bir kitap hazırladık. Kitap, farklı üniversitelerden 77 kişiye anlatıldı. Akademisyenler var. Yaklaşık 2 bin 100 sayfa. Amacımız 100 yıllık dönemin ekonomi tarihini anlatmak. Bunu yaparken makroekonomik gelişmelere de yer veriyoruz. Kitabımız İktisat tarihinin makroekonomik gelişimini anlatıyor. Uygun bir çalışmanın ortaya çıktığını düşünüyorum. Editör olarak yazarların çalışmalarına katkım ötesindedir. “Onların çabaları ve verdikleri destek çok değerliydi. Gelecek nesillere geçmiş 100 yılın anlaşılması açısından güzel bir eser bıraktığımızı düşünüyorum.”